2013 Mart’ında olup bitenlerin anlamı

1. 1960 – 2013 yılları arasında Türkiye’yi yönetenlerin; Cumhuriyet’i kuranlardan devraldıkları temel kaygıları şuydu:
“ ..... Türkiye’nin güney doğusundaki 100.000 km2’lik alanda yaşayan ve Türk olmayan unsurlar bu bölgede bugünkü şartlar altında yaşamağa ve çoğalamağa devam ederlerse, 2023 yılına gelindiğinde en az 30 milyonu bulacak nüfuslarıyla Türkiye’den bağımsızlaşmaları ve ülkenin yedide birini de yanlarında götürmeleri kesindir!...’

2. Bölgeyi kana ve ateşe boğan, PKK’yi yaratan, Kürtleri birbirine düşürüp kimini ‘korucu’ kimini ‘terörist’ yapan anlayış budur. Bu siyaset, İstanbul başta olmak üzere Türkiye’nin büyük şehirlerine 1980’lerden itibaren artan bir tempoyla yığılan Kürt nüfusun evlerinden sökülüp atılmasının temel nedenidir. PKK ve devlet eliyle uygulanan politikalar bölge nüfusunu eritip dağıtmağı ve 5 milyon civarında sabitleştirmeği başarmıştır.

3. 2023’e on kala, Kürt halkının ‘devletçiler’ ve ‘kürtçüler’ olarak ikiye bölünmüşlüğü geri dönülmez biçimde perçinlenmiş durumda. Artık, bölgedeki iç savaşa son verilmesi gerektiğini düşünen devlet, kendi yarattığı PKK ile ‘barış’ yağmağa karar vermiş görünüyor. Bu kararın alınmasında Orta Doğu’nun mevcut gerginlik ve çatışmalarının yarattığı ekonomik ve siyasal fırsatlar da oldukça etkili.

4. ‘İslamcı, cemaatçi, AKP’li, Alevi, PKK’lı, korucu, Hizbullahçı vb olarak bölünüp parçalanmış ve ezilip aşağılanmış Kürt nüfus; bundan böyle, ne bölgedeki su ve petrol kaynaklarının Türkiye denetiminden çıkması ne de bölge topraklarının kaybedilmesi tehlikesi yaratacak güçte değildir.

5. Artık Kürtler’le ‘helalleşilebilir’. Bölgeye ‘barış’ gelebilir. Kürtler de ‘Büyük Türkiye’ arabasına at olarak koşulabilir. Muhtaç olunan kudret İmralı’da mevcuttur.

6. Hayırlı uğurlu olsun. Türk ve Kürt milliyetçi müminlerinin işbirliğine yan bakanın canı çıksın. Amin!

7. Kendisine devrimci, sosyalist, demokrat, liberal, anarşist, bağımsız aydın vb. diyen ve siyasal alanda varolma derdi olanların bu iki odağa mesafeli, halkların birey ve insan olarak hak ve çıkarlarını temel alan, milliyetçi- mümin canilerle ortaklıklara girmekten kaçınan bir mücadele ve eylemlilik yürüterek, dinci milliyetçilerin arabalarının arkasından ürümeden yaşamalarında sonsuz yarar vardır.

Mart 2013

Erdoğan tahta çıkarken

Referandum, barış süreci, RTE, Apo, Ergenekon tartışmalarını izlemeğe çalışırken; yıllarca önce, bir otobüs yolculuğu muhabbetinde, “Gardaşım Enver, Kemal Paşa taxta çıxanda doğmuş” diyen Erzurumlu ihtiyarı hatırladım. Ardından dün okumağa başladığım Findley’in ‘Türkler’in Tarihi’nde sözünü ettiği ‘… SSCB’nin dağılmasının ardından 300 yıl sonra Ortodoks Hristiyanlık’tan Şamanizm’e geri dönen ….’ Güney Sibiryalı Türkümsü oymak geldi aklıma.

Son doksan yılda zaten ‘Parlamenter Ağalık’ rejimi altında yaşayan Etrak-ı bî idrak münevverlerinin üç ya da beş zaman içinde ‘Parlamenter Padişahlık’ rejimine geçileceği için neden bu kadar rahatsızlık duyduklarını anlayabilene de aşk olsun!

Görebildiğim, ‘Taraf’ın yeni yetme muharrirleri başta olmak üzere kimi zevatın araziye uymaktaki tetik başarısına, ‘Cemaat’ler de nazlanmayı bırakıp dahil oldu. Kürt milliyetçileri; gerçek ve akıllı Türk milliyetçileri; Boğaz’daki yalılarını, gazetelerdeki köşelerini, yatlarını ve çek defterlerini kaybetmemek uğruna Şeytan’ın altına yatabilecek bilumum uyanık taifesi de saflara dahil olmuş durumda. Yakında Kemalistler ve Bozkurtlar da teşrif ederler merakınız olmasın .

Kasım 2012

Halil Berktay - Taner Akçam kapışmas

Devrimcilik yapmakla serserilik yapmak fiillerinin sarmaş dolaş gittiği DY günlerinin alışkanlıklarını üzerinden atamamış Taner. Ermeni soykırımı tarihçiliği yapmakla Ermeni milliyetçiliği yapmanın sarmaş dolaş gidebileceğini sanıyor. Malumunuzdur, tarih bulgularının ak dediğine, işine gelmediği için kara demek milliyetçiliğin temel özelliklerindendir.

Laf Halil’e de gelmişken: 1 Mayıs 1977 sabahı derin dayılar da, devrimci dayılar da o meydana bellerinde silahlarla, hır çkarmağa gitmişlerdi. Birbirinden haberli de olsalar, habersiz de sonuçta hır çıktı. Üstelik, 6-7 Eylül misali hiç kimse de bu kadarını beklemiyordu. İki dayıdan biri gitmemiş de olsa yine o hır çıkacaktı. Kim başladı, kim bitirdi mevzuu ise hiç mi hiç önemli değil kannatimce.

Şubat 2012

Özetleyelim:
1. 30 Yıldır Kürt bölgelerinin Kürtler’den arındırılması için süren savaşı reforma çevirmeye Gülen hareketinin gücü yetmez. Böyle bir amaçları olduğu da kesin değil.
2. Polis, Yargı, Hükümet ya da devlet içinde ne kadar örgütlü olurlarsa olsunlar; devletin ezeli ve ebedi politikalarını kafalarına göre değiştiremezler. Böyle bir amaçları olduğu da kesin değil.
3. Pkk vb. Kürt milliyetçi hareketlerinin önünü açanlarla Gülen Hareketi’nin önünü açanlar aynı odaklardır. Önünü açtıkları bir odağın kendi tepelerine binmesine izin vermezler. ‘İt arabanın gölgesinde yatar, sanır ki kendi gölgemdir.’ diye bir Kürt atasözü vardır. Fethullahçıların bunu bilmediklerini sanmam.
4. Amerikalılar’ın, Gülen’in ya da bir başkasının arzusu ne olursa olsun, yeni Roboski’ler kaçınılmazdır. Altlarındaki imza da Başbakan ve Hükümet’in olacaktır. Bu memlekette devlet öyle istemiyorsa bu tür olayların bir gurupça örgütlenmesi de, önlenmesi de zordur.
5. Türkiyeli devrimciler 1980’li yıllarda ‘PKK’ye de TC’ye de hayır! diyemedikleri ve bunun savaşını vermedikleri için kayboldular. Bugün de; ‘PKK-KCK ve TC eliyle Kürt Soykırımına Hayır’ diyemedikleri ve kimileri PKK mebusu oldukları için sürünmeğe mahkûmdurlar.
6. Kaldı ki, Roboski sonrası gelen son MİT- Polis kapışmasının Kürt halkının umutsuzluğunu derinleştirip göçünü ve kaçışını hızlandıracak bir danışıklı dövüş olmadığının da garantisi yoktur. Her Kürt vatandaş bundan böyle, hangi KCK’linin ve PKK’linin MİT ajanı olduğunu düşünmeye başlayacaktır. Bu çevrelerin budalalıklarını bile ajanlıklarının kanıtı olarak algılayacaktır üstelik.
7. Geçenlerde bir öğrencim Ortadoğu ülkelerinden birine giderken Güney Doğu Türkiye üzerinden uçmuş. Dönüşte, ‘Hocam, Türkler bu suları, bu toprakları Kürtlere bırakmaz!’ deyiverdi. Son 40 yılda bu konuda duyduğum en özlü politik sentezdi. ‘Ayının kırk oyunu var, hepsi de armut üstüne’ cevabı verdim bem de.

Ocak 2012

Roboski’de öldürülen 35 müttefik Kürt, Kürdistan’ı kürtsüzleştirme savaşının son perdesinin de açıldığına işarettir. 1980 sonrası uygulaması hızlandıran bu proje, bu güne kadar, muhalif ve milliyetçi Kürtler’in kahir ekseriyetinin topraklarından kovulup Türkiye metropollerinde eritilmesini, büyük ölçüde başardı. Şimdi sıra devlet yanlısı Kürtler’de. Üretimden koparılmış, hayvancılık ve tarımla ilişkisi kesilmiş, kaçakçılık ve korucu maaşıyla geçinen insanların bölgeden kovulması ya da kızdırılıp PKK’lileştirilmesi hiç de zor olmasa gerek.

Aralık 2010
Kürt özerk bölgesi, Haziran seçimleri, CHP

Bir kez daha Kürt milliyetçileri Türk milliyetçiliğinin şahlanmasına, Kürt halkının ezilmesine destek çıkıyor, derin devlete gönüllü yardakçılık ediyor.
Program göründüğü kadarıyla şöyle:
Haziran seçimlerine kadar Kürt belediyelerin istediklerini yapmaları için önleri açılır.
“Kürtleri şımartan AKP” söylemi alabildiğine pompalanır…
Kılıçdaroğlu’nun Kürtlüğü ve Aleviliği abartılarla vurgulanır.
Askerler, Kürt belediyelerin Türkler’in milliyetçi damarına basan uygulamalarına ses çıkarmazlar.
Seçim öncesinde “Güneydoğu elden gidiyor” “Güneydoğu’yu satan Tayyip” söylemleri albildiğine güçlendirilir.
Hükümetin bu programa karşı yapmak isteyeceklerini uygulayacak güçlere sözü geçmez.
Zaten, “Ergenekon” “Balyoz” vb. modası geçmiş projelere kafayı takmış ve “kumda oynayan” AKP çevresinin bu yeni yönelime karşı çıkmağa ayıracak enerjisi yoktur.
AKP’nin karşısındaki islamcı muhalefetin olabildiğince etkin ve yıpratıcı olabilmesinin koşullarını yaratmağa destek olmak ise birbaşka ayrıntıdır.
Seçimlerde AKP – CHP yüzde otuzbeşlerde kafa kafaya gelirlerse, planın ilk bölümü başarıya ulaşmıştır.
Sonrasında tek başlarına hükümet olamayacak AKP ve CHP, MHP eliyle denetim altına alınır ve Kürt belediyelerde, Fetullahçı vb. çevrelerde mıntıka temizliği ve mevsimlik budama başlar.
AKP- CHP milli birlik hükümetinin adı ise “kaymaklı kadayıf”tır.
“Zorla güzellik olmaz!” “Kürtler artık kendi evlerini kursun!” “Güneydoğu değil Kürdistan!” “Hadi yarın, halkoylaması yapalım, % 50’den bir fazlasından edebimizle çıkalım!” Türünden devrimci sloganlarla ise elbette ki karşılaşılmayacak. Türkiyeli solcu çevreler, Kürt –Türk ayımı olmaksızın, “kardeşlik ve bir arada yaşama” palavralarıyla kendilerinin bile inanmadığı gevezeliklerle vakit öldürüyorlar.

Aralık 2010

Bizim zamanımızda kurşun atardık. Şimdikiler Yumurta atıyor. Karşımızdakiler de bize kurşun atabilirlerdi. Bunların yumurta attıkları yumurta atamıyor. Dayak attırıyor. Çaresizlik işareti.

Bizim zamanımızda da sağlı sollu kalem erbabı bizi kınardı. Bunların da çok seveni yok. Haklılık işareti.

Biz, attığımız kurşunların ardından gidemedik. Umarım yumurtanın kurşundan daha etkili olduğunu atanlar da anlamıştır.

Aralık 2010

Gerek AKP, gerekse Erdoğan’ın kendisinin hiçbir zaman vadetmediklerini onlardan bekleyenler, son öğrenci dayağı ve Sayıştay yasası üzerine derin bir hayal kırıklığına uğradılar. Uzun etmeden tekrarlayalım:

1. İktidar katmanlarının temel amacı ‘Güçlü bir Türk devleti yaratmak’tır. Ordu’nun hükümet eliyle kendi bünyesinde yaptığı operasyonların, islamcı iktidarın, yasal düzenlemelerin, İsrail’le bir kapışıp bir koklaşmanın, Hamas’a, Hizbullah ve Irak direnişine desteğin; Arap parası, Rus gazı, Hazar petrolü ile ilişkilerin temel mantığı sadece ve sadece ‘büyük Türkiye (devleti) hedefi’dir.
2. Bu hedefe doğru ilerlerken biat etmeyen kim olursa olsun karşısında devletin demir yumruğunu bulur. Ordu ve PKK eliyle yürütülen Kürt soykırımının, devletin istemediği yer ve zamanda çatlak ses çıkaranın imha edilmesinin mantığı budur.
3. Alevi, solcu, milliyetçi, kürtçü, avrupacı, aydınlanmacı, kemalist, vs herkesin bir ‘kıymeti harbiyesi’ (taktik ve stratejik değeri) vardır. Yeri ve zamanı geldiğinde bir top mermisi gibi kullanılır.
4. Demokrasi; sadece Milli Görüş geleneği için değil, dünyanın tüm görüşleri için hedefe kadar binilecek bir tramvaydır. Tek fark, kimi tramvaylarda balık istifi, osuruk ve sarmısak kokuları ile dayak yiye beş vakit minare vızıltısı eşliğinde yolculuk edilir, kimisinde de serin bir ortamda oturup gazetenizi okuyarak yol alırsınız. Son durağı olmayan tramvay hattı yoktur. İnanmayan Alman – Fransız ittifakının AB dümeniyle posasını çıkarıp bir kenara attığı Balkan ve Güney Avrupa halklarına baksın.
Bütün bunların; kökleri çok derinlerdeki nedeni ise, ‘uygarlık’ denen olgunun insanlık tarihinin en hastalıklı unsurlarının evriminin ürünü olmasıdır. İnsanın doğayla tam bir uyum içinde yaşadığı o toplayıcılık günlerinde ölmesi gerekirken ölmeyen ve hayatta kalmağı başarabilen hastalıklı ve bunak bireyler; toplumları, dinleri, örgütleri, alet edevatı yarattılar. İcat edilenlerin hepsi; hastalıklı, yaşlanmış, karnını doyurmak için yürümeğe mecali kalmamış olanların hayatta kalabilmesi içindi. Gelişe gelişe bu günlere geldik işte.

Wikileaks

Bu wikileaks işi, Genelkurmay’ın kozmik odalarının Ergenekon savcılarına açılması türünden bir danışıklı dövüş gibime geliyor. Ruslar’ın Sovyetler Birliğinin yükünü çekmenin anlamsızlığını anladıktan sonra onu dağıtmaya karar verdikleri 80’li yıllardan beri dünyanın nasıl bir istikamete girdiğini Amerikalılar yeni yeni anlamağa başladı. Irak, Afganistan ve Müslüman Dünya’da aldıkları hezimetler sonrası, panik içinde gündeme yetişmeğe çalışıyorlar.

Ruslar yeni rollerini 10 yıl içide ezberlemiş ve uluslararası güçler dengesinde yerlerini alıp gereğini yapmağa başlamışlardı. Türkiye, İran, Ortadoğulu Arap ülkeleri, Latin Amerikalılar’ın çoğu da aynı biçimde yeni dünyada rüzgâra uygun seyretmeğe başladılar. Avrupa ve Kuzey Amerika ise, Sovyetler’in dağılmasının tek nedeninin kendi kerametleri olduğu hissine fazlaca kapıp ayaklarını yorganlarından öteye uzatıverdiler. Irak, Afganistan ve Lübnan’da olanlardan derslerini alıp almadıklarını Kore’de göreceğiz.

Sevgili Mustafa,
Uzun yazını ve ilginç “Ergenekon sanığı kahraman Levent Albay” mektubunu okudum. Kısa kısa yazayım:
1. 1979 yazında Ankara’da bir mahallenin yolunu açıp belediye’ye asfaltlatmak için bir kampanyamız vardı. Sonradan itirafçı ve polis olan o dönem komite sorumlusu M.D: “Yahu, biz bu yolu açtırırsak, buradan polis de geçer bizi enseler, buralar en kuytu, gizli noktalarımız!” diye şerh düşmüştü. Cevabım: “Devrimciler üretim araçlarının gelişmesinden korkmazlar!” idi.
Aynı nedenle bu referandumda “evet!” derdim.
2. Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetenler, -adına ister derin devlet de, ister Atatürkçü bürokratik yapı, istersen; bu memleketin gerçek sahipleri ya da Amerikan işbirlikçileri- Bu günkü koşullarda T.C’nin büyük ve güçlü bir devlet olmasi için birazcık islamlaşması gerektiğine inanmış durumdalar. Kendileri kişisel olarak; mason, allahsız, dönme, kemalist, sosyaldemokrat, ülkücü, gizli Ermeni ya da Rum da olabilirler ama Türkler’in birazcık islamlaşması gerektiğine inanıyorlar. Bunun gereğini de yapıyorlar. Erdal Paşa hikayende bu çok açık görülmekte. Erdal Paşa olmayı beceremeyen Levent Albay gibi subayların da bu yeni projede yeri yok.
3. Ergenekon davasının yüzde sekseni soytarılık olabilir. Ama geri kalan yüzde yirminin bir anlamı var: 1960’lı yılların sonunda “Devletin gerçek sahipleri” şöyle düşündüler: “Eğer şimdiki koşullar devam ederse, bu Kürtler 2023 yılı itibarıyla yüz bin kilometrekarelik bir alanda 30 milyon nüfuslu bir kitle teşkil edecekler. Su, petrol, maden kaynaklarının üzerinde ve yol kavşağındaki bu bölgeden Kürtlerin sökülüp atılması gerekir!” Anadolu insanının son elli yıllık trajedisinin temelinde bu stratejik yönelim vardır. Gelecek otuz yılda da bu konuda bir değişiklik olacağını sanmıyorum. Jitem, Özel Kuvvetler, kahraman albaylar, hain itirafçılar, Apo, PKK, vb. hep bu oyunun birer figüranıdır. Şu anda kahraman albaylar yerine Taraf Gazetesi, AKP ve müslümanlık işlerine geldiği için oraya pas veriyorlar ve “kozmik odaları” önlerine seriyorlar. Amaçları Türkiye’yi bölgesel bir güç yapmak. Bu konuda da epeyce başarılı olduklarını söyleyebilirim. Sol’un ve muhaliflerinin aksine hep doğru ata oynuyorlar. Stratejik tercihleri var ve budalaca değil. Ahlaki de değil ama ahlaklı olmanın tek yolu budala olmak değildir.
4. Son olarak sana 1970’li yıllarda ülkede temel politik güçlerden biri olan ama şimdi onun bunun arkasından sürüklenen devrimci sol hareketin neden var olamadığına ilişkin düşüncemi söyleyeyim:
Yukarıda kabaca tasvir ettiğim temel devlet politikasına net olarak karşı çıkamadığı için devrimci sol yok oldu. 1980’li yılların doğru sloganı “PKK’ye de onun efendisi TC’ye de Hayır!” olmalıydı. Kürdistan’da savaş Kürtler’in değil, onları oradan sürüp atmak isteyen devlet’in tercihiydi. Sol bunu anlamadı. “Silahlı mücadele” dogmatikliği PKK hayranlığını; o da, devlet’in etki alanına hapsolup yokolmayı getirdi. O dönemde elbettte, hem devletle hem PKK ile çatışacak yürek ve beyni taşıyan; Türkiyeli devrimci solcu birey de, hareket de zaten yoktu. Hala da yok. “Düşüş” o sıralar hızlandı ve şimdi Türkiye Cumhuriyeti’nin stratejik tercihlerinin figüranı olmaktan başka bir anlamı olmayan, kimi o Taraf’ta kimi öteki tarafta çenesini yoran bir emekli mücahitler yığını kaldı.